Özgür Özel: “Chp’ye Ayna Tuttuğunda, O Aynayı Sana Çevirirler.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Erdoğan, muhalefeti kendi içinde tartışmalara çekmeye çalışıyor, baktı, olmadı, muhalefete ayna tutuyormuş, CHP’nin seçmenine sesleniyormuş. CHP’ye ayna tuttuğunda, o aynayı sana çevirirler. O aynaya baktığında, varlığını borçlu olduğun millete şantaj yapan bir tükenmişi göreceksin. O ayna baktığında, 6 Şubat depremlerinde söz verip de bir yılın sonunda yüzde 92’sini hala çadıra, konteynere muhtaç ettiğin depremzedeyi orada bırakan bir vicdansızı göreceksin. O aynaya baktığında kendi çevresini güvende tutup, zenginleştirip milleti yoksulluğa, sefalete, güvensiz bir yaşama terk eden bir kalpsiz göreceksin. O aynaya baktığında yerel seçimleri kaybedeceğini anladığında, İstanbul seçiminin gittiğini anladığında Abdullah Öcalan’dan mektup okutacak kadar çürümüş bir siyasetçiyi göreceksin” dedi. Hatay’da yola Lütfü Savaş ile devam etmeye karar verdiklerini söyleyen Özel, “Hatay AK Parti’nin eline geçerse ne olacağı bellidir. Hatay’a bir belediye ne yapacaksa fazlasını yapacağımıza söz veriyoruz” diye konuştu. Özel, ayrıca ‘Osmanlıyı süren soysuzları lanetliyorum’ diyen Refah Partisi eski Rize Milletvekili Şevket Yılmaz için de “Şevki Yılmaz’la siyasi mücadele edemezsiniz. Onunla mücadelenin bir yolu var, bir tane foseptik kamyonu bulacaksınız, onunla layık olduğu yere taşıyacaksınız” ifadelerini kullandı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bugün TBMM’de partisinin Grup Toplantısı’nda konuştu. Özel’in konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“ORADA YAŞANAN BİR HEYELAN YA DA TOPRAK KAYMASI DEĞİL; HESAPSIZCA OLUŞTURULMUŞ YAPAY BİR DAĞIN ÇÖKMESİ VE 9 CANI ÖLÜME SÜRÜKLEMESİDİR”

“Erzincan İliç’teki altın madeninde, 9 emekçimizin toprak altında kalmasının üzerinden tam 1 hafta geçti. CHP olarak başta Erzincan Milletvekilimiz Sayın Sarıgül olmak üzere bölgeye derhal 2 genel başkan yardımcımız ve 3 milletvekilimizden oluşan bir heyet görevlendirdik. İlk andan beri oradaydılar. Bir ön rapor yazdılar, ardından raporlarını olgunlaştırdılar. Şu anda da genel başkan yardımcımız ve 2 milletvekilimiz bölgeyi takip ediyor. Televizyonlarda, gazetelerde haberi bir toprak kayması, bir heyelan ve kaçınılmayacak bir felaket gibi göstermeye çalışan bir iktidar medyası var. Orada yaşanan bir heyelan ya da toprak kayması değildir; orada yaşanan işlenen madenden arta kalan yığınların liç halinde üst üste konmasından oluşan, hesapsızca oluşturulmuş yapay bir dağın çökmesi, kaymaya başlaması ve önüne kattığı her şeyi altına alarak 9 canı ölüme sürüklemesidir. Orada üst üste parayı istifleyenlerin insan hayatını hiçe sayarak maden atıklarını bir yerde bir dağ şeklinde istiflemesinin sonucudur. Bir yanda birileri para kazanırken, zenginliğine zenginlik katarken 9 tane vatan evladı şu an durdurulan arama-kurtarma çalışmalarıyla ümitlerin neredeyse tamamen tükendiği bir noktada bu para kazanma hırsının kurbanı olmuşlardır.

“İKİ SOMA FACİASI’NI BİR ARADA YAŞAYABİLECEĞİMİZ BİR FELAKETTEN SON ANDA KURTULDUĞUMUZUN HEPİMİZİN BİLİNCİNDE OLMASI LAZIM”

Arama-kurtarma çalışmalarını dikkatle takip ettik. Oradaki hem etkisizliği hem çaresizliği gözlerimizle gördük. Ben milletvekili arkadaşlarımızın ulaştırdığı ön raporu okuduğumda, geçmişte yaşadığım bir felaketin travmasıyla bir kere daha tanışmış oldum. Soma’da 301 madencimizi kaybettiğimizde, 4 gün boyunca maden ocağının ağzında acılı anneler, eşler, çocuklar, babalarla birlikte beklerken hep ağlamaların, ağıtların, Allah’a yakarışların arasında şunları duyuyorduk: ‘Söylüyordu, maden çok sıcak diyordu. Çizmelerim yarıya kadar ter doluyor. 4-5 saatte bir boşaltıyorum, yoksa yürüyemiyorum, ayağım kayıyor diyordu. Akşam geliyordu, uyku uyuyordu ama uykusunu alamıyordu. Başının ağrısı hiç geçmiyordu. Hep ‘Bu maden bir gün başımıza bela olacak’ diyordu’ sözleri hala kulağımdayken ön raporu açtık. Son günlerde basına, sivil toplum örgütlerine konuşmalarının, büyükşehirlerden dayanışma için gitmiş sosyal hizmet görevlilerinin, psikologların bile ziyaretine, temasa engel olunan ailelerin ön raporda söyledikleri, ‘Bu dağ bir gün başımıza bela olacak. Yığ yığ nereye kadar? Çatlaklar oluştu. Bir kayarsa hepimizi altına alır. Burada kimse kalmaz.’ Bunları görünce ve o alanda zaman zaman 600-700 kişinin birden çalıştığı düşünüldüğünde, 9 kayıp çok büyük, yüreğimizdeki acı çok büyük ama nasıl bir büyük felaketin daha kenarından geçtiğimizin, bu sefer belki iki Soma Faciası’nı bir arada yaşayabileceğimiz bir felaketten son anda kurtulduğumuzun da hepimizin bilincinde olması lazım.

“İLİÇ MESELESİ NORMAL ŞARTLARDA, BİR DEMOKRASİDE TURNUSOL KAĞIDI GİBİDİR. DEĞİL BİR BAKAN, CUMHURBAŞKANI İSTİFA ETSE ANCAK YERİDİR”

İliç meselesi normal şartlarda, herhangi bir demokraside turnusol kağıdı gibidir. Bu yaşandığında iktidarın -yapmıyorlar ama- öz eleştiri yapması da onları kurtaramaz; -dilemiyorlar ama- özür de onları kurtaramaz. Değil bir bakan, başka ülkede olsa başbakan, cumhurbaşkanı istifa etse ancak yeridir. Çünkü bu İliç’i ilk kez duymuyoruz. Bu Erzincan İliç’teki altın madeni, yılların çevre mücadelesinin,; demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin, meslek örgütlerinin ve dahi CHP’nin bizzat çevreden sorumlu genel başkan yardımcılarımızın geçmişte gidip orada açıklamalar yaptığı, tehlikelere dikkat çektiği bir yerdir. Siyaset; haklı çıkanın, söylediği doğru olanın karşılığını gördüğü; haksız çıkanın da hesabını verdiği bir müessesedir esasen. Ama öyle bir medya düzeni, öyle bir susturulmuş düzen, öyle bastırılmış sesler ve öyle haksız şekilde gündemin değiştirilmesiyle karşı karşıyayız ki grup kürsümüzün hem tüm televizyonların yayında olduğu ilk dakikalarında bunları ifade etmeyi çok önemli görüyorum. Yıllarca ‘hain, provakatif, marjinal gruplara CHP destek veriyor’ dedikleri o çevre mühendisliği odaları, akademik odalar, çevreciler, CHP2liler hep tehlikeye dikkat çekti. Bundan 3 yıl kadar önce orada siyanür sızıntısı oldu. Buna karşılık ortalık ayağa kalktı. Göstermelik 3 aylığına durdurdular madeni. O günkü durdurma, kapatmaya dönüşse bu felaket oluşmayacak. O madeni, durdurdular, incelediler, suçlu buldular ve o madene tam 16 milyon 440 bin lira ceza kestiler. İlk duyunca, ‘Büyük para, caydırıcı’ diye düşünüyorsun. Bu ceza kesildi, sadece aylar son bu Meclis’te, Plan Bütçe Komisyonu’nda bazı şirketlere vergi affı getirdiklerinde bu şirkette yararlandı. Bu şirkete kesilen ceza 16 milyon küsür affedilen vergisi 222 milyon lira.

“222 MİLYON LİRA CEBİNE PARA KOYULAN MADEN, İLİÇ’İ ZEHİRLEYEN MADENDİR”

İliç’i zehirlemenin, siyanürü sızdırmanın ve insanlara kast etmenin cezası 16 milyon, birkaç ay sonra burada kedilerine yapılan kıyak 222 milyon lira. Bütün vatandaşlarımız duymalıdır, bilmelidir ki Recep Tayyip Erdoğan’ın haberi olmadan değil 222 milyon lira, 2 milyon lira Türkiye’de el değiştiremez. 222 milyon lira cebine para koyulan maden, İliç’i zehirleyen madendir. Bu madenler önce izin alıyorlar, almış. ÇED raporu düzenlenmiş. Küçük bir izni sonra büyütüyorlar. 4-5 kat büyümek için başvurduğunda bir ÇED raporu hazırlanmış, o raporun altında bir imza var: Bakan .Murat Kurum. ve biz Murat Kurum’a bu sorumluluğunu hatırlatıyoruz, Murat Kurum hiç üstüne alınmıyor. Onu atayan Recep Tayyip Erdoğan, hiç bu konulara girmiyor. En nihayetinde bugün Devlet Bahçeli gelmiş, diyor ki ‘Murat Kurum görevi layığıyla yapmıştır, oradaki hata verilen raporu düzenleyenlerde, altına izin için imza atanlardadır. Murat Kurum’un konuyla alakası yoktur.’

“BELGE, MESELENİN TEK SORUMLUSUNUN MURAT KURUM OLDUĞUNU SÖYLÜYOR”

İstanbul’u yönetmeye talip, Cumhur İttifakı’nın adayı Murat Kurum söz konusu olunca Sayın Bahçeli, ‘Kurum’un konuyla alakası yok’ dedi. Raporun altında Devlet Bey’in dediği gibi, Mehrali Ecer ÇED Değerlendirme İzin ve Denetim Genel Müdürü’nün imzası var. İmzayı bakan adına genel müdür atıyor. Devlet Bey siz devleti, devlet geleneğini, devlet işleyişini bilen bir partinin genel başkanı olarak bakanın ‘Benim adıma, yani kalem, mürekkep, yetki, izin benim. Benim yerime imzayı sen at’ dediği genel müdürün imzasından Bakan Murat Kurum’un sorumlu olmadığını söylüyorsun. Oysa belge, meselenin tek sorumlusunun Murat Kurum olduğunu söylüyor. Eğer bakan adına atılan bu imzayla İliç’te bunlar yaşandıysa ve hala bu bakan bundan sorumlu değil deniyorsa ben bunu sizlerin vicdanına havale ediyorum.

“BU SORUNLARI 1978’İN GÜCÜYLE, BÜLENT ECEVİT’İN CESARETİYLE, DENİZ BAYKAL’IN KARARLILIĞIYLA CHP ÇÖZER”

Sayın Baykal, 1978’de Ecevit Hükümeti’nin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’ydı. Yatığı bir iş, CHP’nin tarihindeki en önemli işlerden bir tanesiydi. Madenlerin talan edilmesi, yağmalanması, yandaş şirketlere peşkeş çekilmesine Bülent Ecevit Hükümeti’nin 39 yaşındaki Bakanı Deniz Baykal, ‘dur’ diyecek ve bütün madenleri kamulaştıracaktı. O gün Anayasa’ya uygun bir karar verildi, çünkü Anayasa halen ‘Madenler devletindir’ der. Ama o dönemde bir yoluyla madenler özel sektöre açılmıştı, Baykal durdurdu. 1985, cunta sonrası 1983’te seçimlerden sonra gelen ANAP Hükümeti’nde madenler yavaş yavaş yeniden özel sektöre açılmaya başlarken ‘Türkiye’de çıkarılacak her madende yüzde 10 devlet hakkıdır’ diye madde kondu. 2004 yılına kadar böyle devam etti. 2004 yılında AK Parti, devlet hakkını yüzde 2’ye indirdi. Bu yüzden halkın uzun vadeli çıkarları yerine, ayrıcalıklı grupların kısa vadeli çıkarlarını üstün tutanların, hukuki denetim mekanizmalarını ortadan kaldıranların, ülkeye, ekonomiye değer katmak yerine birilerine rant yaratanların nasıl hem ekonomimizin canına okuduklarını hem de 9 canımızı nasıl felakete sürüklediklerini hep birlikte yaşadık, bunu takip etmeye devam edeceğiz. Bu sorunları herhangi bir muhalefet partisi çözemez. Bu sorunları sadece ve sadece 1978’in moraliyle, gücüyle, Bülent Ecevit’in cesaretiyle, Deniz Baykal’ın kararlılığıyla CHP çözer.

“HEM ÜRETİMİ SEKTEYE UĞRATIP HEM BİR BAŞKA YERDEN ZENGİNLEŞEN AYRICALIKLI BİR ZÜMRE OLUŞTU”

Üretimin ve toplumsal refahın değil de rantın peşine düşülen, aklın ve bilimin değil küçük çıkar gruplarının faydalarının gözetildiği bir ekonomi düzeni içinde yaşıyoruz. Gelinen aşamada artık, ekonominin başındakiler de gerçekleri saklayamaz hale geldiler. Geçmişte büyük, bilinçli hatalar yapıldı. Şimdiki yönetim ‘irrasyonel yani akıl dışı dönem’ diyor. Yaptıklarına da sözde rasyonel diyorlar. Bir takım çıkar grupları dudak uçuklatan teşviklerle, başka kimseye verilmeyen ucuz kredilerle hem üretimi sekteye uğratıp hem bir başka yerden zenginleşen ayrıcalıklı bir zümre oluştu. Bu zümrenin en büyük karlarından bir tanesi bu ülkenin geleceğine inanmayan, Türk parasının değer kaybedeceğini gören ve dolara sarılan bunlara şunu söylediler: ‘Aman siz dolar almayın, biz size Kur Korumalı Mevduat (KKM) yapalım. Siz paranızı TL’de tutun. Doların artma ihtimalini de biz size sigorta edelim.’ Peki farkı kim ödedi? Ücretliler, garibanlar, emekliler ödedi. Bu ülkenin hazinesinden, bütçesinden ödediler.

“SON SİLAHINIZ, SON ÇARENİZ, SON GÜCÜNÜZ VE KULLANIRSANIZ SON YETKİNİZ 31 MART SEÇİMLERİDİR. GÜCÜNÜZÜ BU HÜKÜMETE GÖSTERİN”

1 Nisan sonrası acı reçete konuşuluyor. Bütün dünya piyasaları, bütün ekonomistler 1 Nisan’dan sonra, Türkiye’nin sıkı para politikası uygulayacağını, yani kemerleri sıkacağını, yoksulun daha yoksullaşacağını, dolaylı vergilerin artacağını, milletin gırtlağına çöküleceğini ve yabancı yatırımcılar için yeni fırsatlar çıkacağını konuşuyor. 31 Mart akşamının bambaşka bir önemi daha var. Yoksullar, garibanlar, emekçiler, emekliler için eğer bu iktidar gücüne güç katacak, beklediği desteği görecek olursa ya da beklemediği bir hezimetle cezalandırılıp sert bir uyarı almazsa, bu gidişata kırmızı ışık yakılmaz, bu hükümete bir sarı kart gösterilmezse 1 Nisan’dan sonrası felakettir. Emekçileri emekliler ilk mesajı 31 Mart’ta verirse herkes ayağını denk alacak. Ben vatandaşlarımıza 4 yıl boyunca bir daha seçim olmaması, zenginin kayrılması sizin yine sömürülmeniz, 10 bin lira gibi en düşük emekli maaşına mahkum edilmenizin önünde son silahınız, son çareniz, son gücünüz ve kullanırsanız son yetkiniz 31 Mart seçimleridir. Gücünüzü bu hükümete gösterin. Sizi buna davet ediyorum.

“VATANDAŞIN CEBİNDEN ÇIKANLARIN SANKİ AK PARTİ’NİN BİR HİZMETİYMİŞ GİBİ GÖSTERİLDİĞİ BİR İLETİŞİM SÜRECİNİN İÇİNDEYİZ”

OECD, 2015’teki ev kiralarını 100 birim kabul ederek 2023 ev kiralarını karşılaştırmış. Endeksin en tepesinin bir altında, Macaristan -Tayyip Erdoğan’ın yakın dostu Orban’ın memleketi- var. Macaristan’da 2015’ten 2023’e konut kiraları OECD ülkeleri içinde en çok artan ülke olmuş. Yüzde 70 artmış konut fiyatları. Orban’ın üstünde, sevgili dostu, birincilik kürsüsünde Recep Tayyip Erdoğan ve maalesef onun yönettiği Türkiye var. O hesaba göre Türkiye ortalaması, yüzde 530. Bütün OECD ülkelerini en kötüsü yüzde 70’ken bizde 530. Bunu bizim söylememiz, sizin sahada yaşamanız ayrı ama OECD’nin raporu da son derece çarpıcı. Son günlerde, köprü geçişleriyle ilgili rakamlar ortaya çıktı. Vatandaşın cebinden çıkanların sanki AK Parti’nin bir hizmetiymiş gibi gösterildiği bir iletişim sürecinin içindeyiz. ‘Şerit şerit yollar, köprüler, otoyollar yaptık’ diye övünüyorlar. Yaptıklarının sanki vatandaşa maliyeti yokmuş gibi. Oysa tamamına geçiş garantisi verilmiş bu köprülerin, otoyolların Ocak 2023’te bize maliyeti 14,2 milyon TL’ydi. Ocak 2024 gerçekleşmesi, yüzde 157 artışla 36 buçuk milyon TL olmuş.

“BU MEMLEKETTE İYİ İŞLERİ AK PARTİ, KÖTÜ İŞLERİ DEVLET YAPIYOR”

Bu memlekette iyi işler oluyor, kötü işler oluyor. İyi işleri AK Parti yapıyor, kötü işleri devlet yapıyor. Örneğin Oslo görüşmelerini devlet yapıyor, bölünmüş yolları AK Parti yapıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Osman Gazi Köprüsü’nden ceberut devlet 290 lira geçiş ücreti alıyor. Cumhurbaşkanımızın açtığı Avrasya Tüneli’nden tek geçiş, devleti yöneten lanet adamlar yüzünden 80 liraya çıkmış. Gebze Orhan Gazi-İzmir Yolu, Tayyip Bey’in kullandığı araçla açılmıştı, 710 lira para alıyor devlet bundan. Malkara-Çanakkale otoyolundan 410 lira ücret alanlara yazıklar olsun, ‘reis’in haberi olsa çok kızar. Bu ülkede iyi bir şey yapılıyorsa hepimizin emeğiyle, emek emek kazandığımız paradan ödediğimiz vergiyle yapılıyor. Övünmesi birilerine, cefası bizim üzerimize olamaz.

“‘EZANI SUTURURLAR’ DEDİKLERİ CHP İKTİDARA GELİRSE O EZANI OKUYAN MÜEZZİNİN HAKKINI SAVUNMAYA HER ZAMAN HAZIRDIR”

14 Mayıs seçimleri öncesi Recep Tayyip Erdoğan’ın, Devlet Bahçeli’nin, Cumhur İttifakı’nın temel söylemi şuydu: ‘Benim arkama gelmelisin, yoksa ezanı susturacaklar, bayrağı indirecekler, ülkeyi böldürecekler.’ Bu korku edebiyatıyla yoksul, borçlu, işsiz, güvencesiz vatandaşı korkuta korkuta oylarını aldılar. Aynı Hitler gibi. Buna inanan oldu, inanmayan oldu ama seçimin sonucuna çok ciddi etkisi oldu. Susmayı ezan diye oy atıp bu memlekette açlığa, yoksulluğa mahkum olanların günde 5 vakit dinlediği ezanı okuyan müezzinler, namazı kıldıran imamlarımızın sendikası var, Diyanet Sen. Diyanet Sen bir araştırma yaptırmış. Diyanet Sen üyesi imam ve müezzinlerin yüzde 80’i Diyanet İşleri Başkanlığı’nda torpil olduğunu düşünüyor. Torpil liyakate değil, sadakata önem vermek demek. Bir siyasi partiyi kayırmak demek, şüphesiz kul hakkı yemek. Artık bu noktadan sonra sözün bittiği yerdeyiz. Bunun nasıl sömürü, hile olduğunu bütün vatandaşlarımıza anlatmak hepimizin boynunun borcudur. Diyanet Sen araştırmasına göre, Diyanet İşleri personelinin yüzde 45’i yoksulluk, sefalet içinde olduğunu, her geçen gün yoksullaştığını söylüyor. ‘Ezanı sutururlar’ dedikleri CHP iktidara gelirse o ezanı okuyan müezzinin hakkını savunmaya; ‘Vatanı böldürür’ dedikleri CHP, orada canı pahasına nöbet tutan uzman çavuşun, sözleşmeli erin hakkını savunmaya; ‘Bayrağı indirecekler’ dedikleri CHP, günü gelirse o bayrak için can verecek milliyetçiliği göstermeye her zaman hazırdır.

“AKŞENER’E VERECEĞİM CEVAP ÇO SERT VE İKİ KELİME: CANI SAĞ OLSUN”

Sayın Akşener’in açıklamalarını dikkatle takip ettim. Ona karşı vereceğim cevap, çok sert ve iki kelime: Canı sağ olsun. Biz geçtiğimiz seçimde, cumhurbaşkanlığı yardımcılığına layık gördüğümüz büyükşehir belediye başkanlarımızın da cumhurbaşkanlığına layık gördüğümüz Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun da liyakatlerine kefiliz, verdiğimiz her oy da helal olsun. Biz muhalefetle kavga edip Recep Tayyip Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürmeyeceğiz. Erdoğan, muhalefeti kendi içinde tartışmalara çekmeye çalışıyor, baktı, olmadı, muhalefete ayna tutuyormuş, CHP’nin seçmenine sesleniyormuş. Biz geçen sene mart ayının 14’üne kadar terörist, terör sevici, hain değil miydik? Erkeklerimiz çürük, kadınlarımız sürtük değil miydi? Bu ne yüzssüzlük kardeşim? Yumuşak bir üslup kullanıyor ve CHP’lilere sesleniyor. Bir kere CHP’liler şunu da unutmaz: Ey Erdoğan, sen değil miydin Hatay’da ‘Belediye başkanı benden olmazsa hizmet gelmez mahsun kalırsınız. Bakın Hatay mahsun kalmadı mı’ diyen? Bu taş kalplinin kalbindeki taşın yumuşadığına inanacak enayi var mı karşında? Ordu’ya ‘Tayyip Erdoğan varsa doğal gaz var yoksa doğal gaz yok’ diyen şantajcıya prim vereni görecek birini görüyor musun karşında?

“CHP’YE AYNA TUTTUĞUNDA, O AYNAYI SANA ÇEVİRİRLER. O AYNAYA BAKTIĞINDA VARLIĞINI BORÇLU OLDUĞUN MİLLETE ŞANTAJ YAPAN BİR TÜKENMİŞİ GÖRECEKSİN”

CHP’ye ayna tuttuğunda, o aynayı sana çevirirler. O aynaya baktığında, varlığını borçlu olduğun millete şantaj yapan bir tükenmişi göreceksin. O ayna baktığında, 6 Şubat depremlerinde söz verip de bir yılın sonunda yüzde 92’sini hala çadıra, konteynere muhtaç ettiğin depremzedeyi orada bırakan bir vicdansızı göreceksin. O aynaya baktığında kendi çevresini güvende tutup, zenginleştirip milleti yoksulluğa, sefalete, güvensiz bir yaşama terk eden bir kalpsiz göreceksin. O aynaya baktığında yerel seçimleri kaybedeceğini anladığında, İstanbul seçiminin gittiğini anladığında Abdullah Öcalan’dan mektup okutacak kadar çürümüş bir siyasetçiyi göreceksin.

ŞEVKİ YILMAZ’LA SİYASİ MÜCADELE EDEMEZSİNİZ. ONUNLA MÜCADELENİN BİR YOLU VAR, BİR TANE FOSEPTİK KAMYONU BULACAKSINIZ, ONUNLA LAYIK OLDUĞU YERE TAŞIYACAKSINIZ

Tabii anası böyleyken, danası ne yapmasın aşağıda da danaları tepişiyor. Şevki Yılmaz, çıkmış Abdülhamit’in dördüncü kuşak torunu Orhan Osmanoğlu’nun kızı Berna Osmanoğlu’nun düğününde nikah şahitliği yapıyor. Utanmadan sıkılmadan, ‘Osmanlıyı süren soysuzları lanetliyorum’ demiş. Şevki Yılmaz gibi bir çukura, seviyesine inmeye utanacağım birisine… Şevki Yılmaz’la siyasi mücadele edemezsiniz. Normal siyasi yöntemlerle mücadele olmaz. Onunla mücadelenin bir yolu var, bir tane foseptik kamyonu bulacaksınız, onunla layık olduğu yere taşıyacaksınız. Aziz milletin önünde bir hatırlatma yapalım: Birileri, çok sevdikleri bir soydan geliyor olabilirler. İşgal donanması, boğaza demirlediğinde kırmızı halı serip ona selam duranların, kahve içmeye saraya davet edenlerin soyundan geliyor olabilirler. Biz o donanmanın arasından Kartal İslimbotu’nun ucunda geçerken yaverine ‘Geldikleri gibi giderler’ diyenlerin soyundan geliyoruz. Şevki Yılmaz, Yıldız Sarayı’nın arka bahçesinden İngiliz zırhlısına kaçanların soyundan geliyor. Biz onları denize dökenlerin soyuyuz.

“ÖRGÜTÜMÜZÜN TALEBİ, İNANCI VE ANKETLERDEKİ SEYRE BAKTIĞIMIZDA HATAY’DA YOLA LÜTFÜ SAVAŞ İLE DEVAM ETMEYE KARAR VERDİK”

Yerel seçimlere giderken biz Hatay ile ilgili kararı vermek için biz çok ince eledik, sık dokuduk. En çok üzerine titizlendiğimiz il oldu. Yüzde 80’inde 1 araştırma yaptık, Hatay için toplam 5 büyük araştırmak yaptık. 10 Ocak’ta anketlerde en üstte yer alan Belediye Başkanımız Lütfü Savaş’ı yeniden adaylaştırdık. Daha sonra bir kısmı Hatay’dan bir kısmı yurdun diğer illerinde yaşayan vatandaşlardan çeşitli eleştiri ve tepkiler yükseldi. Hükümetin bütün sorumluluğunun bir yere yüklenmesi doğru değildi. Ama biz oradaki mesajı aldık. Hatta Sayın Lütfü Savaş dedi ki ‘Ben reklam filminde oynamayayım.’ Anlayışla karşıladık. Lansman toplantısında da müziğin, sevincin, alkışın olduğu bir yerde olmadı. Ertesi gün Genel Merkezimizde toplandık. Önümüze bütün anketleri, bütün ilçe belediye başkan adaylarını, bütün ilçe başkanlarımızı toplam 40 kişi oturduk. Bütün anketler, ihtimaller değerlendirildi. Bir yanda AK Parti’nin tehdit ettiği, şantaj yaptığı depremzedeler; bir yanda anket sonuçlarımız ve örgütümüzün talepleri doğrultusunda, dün gece saat 3’e gelirken biz üzerime düşen bütün eleştiriyi yaparak Lütfü Savaş’ın kendisinin de bir depremzede olarak ilk günlerde kullandığı bazı ifadelerden kendisinin de duyduğu üzüntüyü, yaptığı özeleştiriyi not ederek ama bir yandan Hatay’ı ele geçirip demografisini değiştirmek isteyen ve Hatay’ı Hatay olmaktan çıkaracak olanlara karşı, örgütümüzün talebi, inancı ve anketlerdeki seyre baktığımızda Hatay’da yola Lütfü Savaş ile devam etmeye karar verdik.

“BUGÜN 17.01’DEN İTİBAREN ARTIK TARTIŞMANIN, KONUŞMANIN DEĞİL; HEP BİRLİKTE ÇALIŞMANIN, RECEP TAYYİP ERDOĞAN’I YENMENİN VAKTİDİR”

Hatay AK Parti’nin eline geçerse ne olacağı bellidir. Hatay’a bir belediye ne yapacaksa fazlasını yapacağımıza söz veriyoruz. Hatay’ı mahzun bırakmakla, geçmişte verdikleri oyun cezasını çektiklerini ima etmekle, gelecekte verecekleri oy için şantaj yapan, tehdit eden birine boyun eğmeyecek bir şehir varsa o da Hatay’dır. Bunu da Recep Tayyip Erdoğan 31 Mart’ta görecek. Bugün, seçim takviminde önemli bir gün. Artık aday listelerinin teslim edilmesinin son günü. 17.01’den itibaren artık tartışmanın, konuşmanın değil; hep birlikte çalışmanın, Recep Tayyip Erdoğan’ı yenmenin vaktidir. Yarından itibaren bu partinin üyelerinin görevi; 31 Mart seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’a, Devlet Bahçeli’ye, çevreye, kente, yoksula, işçiye, sendikaya düşman bu anlayışa karşı hepsinin dostu olan halkın partisinin üyelerini büyük bir mücadeleye davet ediyorum. Cumhur İttifakı’nın renkleri koyu gri, kentin üstüne çöken bulut gibiler. Hiçbir renge tahammülleri yok. Her şey gri olsun istiyorlar. Oysa biz birbirimizden farklıyız ama ortak yanımız bu ülkeyi sevmemiz. Cumhur İttifakı’nın koyu gri rengine karşı, Türkiye İttifakı’nın rengi kırmızı ve beyazdır.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir